10 Kasım 2007 Cumartesi


EN GÜZEL UYUYAN ADAM

Atatürk'ün Hüzün Dolu Vedası



En Güzel Uyuyan Adam, İsmail Ünver, Akis Kitap, Temmuz 2007


Her ülkenin kendine özgü liderleri, örnek aldığı devlet büyükleri vardır. Ama Türk Milleti için Atatürk, bu kategoride yer alsa da, bambaşka anlamlar ifade eder.


Sadece kendi ülkesine örnek olmakla kalmamış, diğer milletlerin de aynı derecede saygınlığını kazanmıştı Atatürk. Öyle ki, 1996 yılında ölen Haiti cumhurbaşkanı bile, mezar taşına; “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm” diye yazdırılmasını vasiyet etmişti.


Yaşadığı dönemde ve daha sonrasında, diğer uluslara örnek olmuş, özellikle Türk kadınının eğitim görmesi konusuna özel hassasiyet göstermiştir. Şimdi Batı dünyasında görmüş olduğumuz bütün ilerici hareketlerin aslında onun yaşadığı devirde, yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, kısa bir sürede nasıl uygulamaya geçirildiğini anlayabiliyoruz. Kadınlara oy hakkının, eğitim hakkının kısacası yaşama, birey olma hakkının, henüz Batı ülkelerinde hayata geçirilmeden Türkiye’de var olması bu konuya en güzel örnektir. Üstelik Atatürk, bir ulusun kalkınmasının yalnızca fiziki etmenlere dayalı olmadığının, halkın eğitilmesi ile “muasır medeniyetler” seviyesine erişilebileceğinin oldukça farkındaydı. Bu nedenle, bir toplumun sadece erkeklerden ibaret olmadığını, kadınların da öğrenim görerek, yarınlarda bir doktor, bir avukat, bir milletvekili olarak ülkesine hizmet edebileceğine de yürekten inanıyordu.


“En Güzel Uyuyan Adam”, Atatürk’ün son dönemlerini, kısa başlıklar altında anlatan bir kitap. Özellikle, hastalığının son dönemlerinde, çektiği acıya rağmen, dinlenmek yerine ülkenin o zaman gündemini oluşturan Hatay meselesine üzerine eğilmesini ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitapta “keşke”lere, “acaba”lara da oldukça yer veriliyor. “Keşke memleket meselelerini askıya alıp, biraz dinlenseydi, ömrü uzar mıydı?” ya da “Acaba Latife Hanım’la daha uzun süre evli kalsaydı, sağlığına dikkat eder miydi?” soruları soruluyor. Yine yazarın belirttiği gibi, ülke sorunlarını erteleyip dinlenmeyi tercih edebilecek bir yapıya sahip değildi Atatürk…Bir çok zorluğun üstesinden gelerek, yoktan var ettiği Cumhuriyet için yapılacak daha çok şey vardı. Hatay meselesi bunlardan en acil olanıydı. Onu da vefat etmeden önce halledip, Hatay’ın Türk topraklarına katılmasını sağlamıştı. Burada bir “belki” de biz ekleyelim. Ömrü yeterli olsaydı belki de Rodos, On İki Ada ve Kıbrıs olayına da el atıp çözüme kavuşturabilecekti.


Cumhuriyetin kurulmasının ardından, vakit kaybetmeden devrimleri hayata geçiren Ulu Önder, bu değişikliğin Türk Ulusu için çok da kolay olmayacağını biliyordu. Nitekim halk, devrimleri tam olarak içine sindiremese de, uygulamada tereddüt etmiyordu. Kitapta yer alan bir anı gibi: Zeynel Bey, şapka devriminden sonra etraftan tepki toplamamak için şapka kullanıyordu. Kızlarını da yine istemeye istemeye okula göndermişti. Atatürk’ün ölüm gününde, kızının ortaokulunun önünden geçerken, onun cumhuriyetle ilgili ateşli bir konuşma yaptığına şahit oldu. Ortaokuldan sonra akrabalarından biriyle evlendirmeyi tasarladığı kızını o kürsüde görünce, okursa ülkeye ne kadar faydalı bir birey olacağını fark etti. Kararını verdi, kızı ilerde belki bir savcı, belki de bir milletvekili olacaktı. Bunu görmesini sağlayan da Atatürk’ün verdiği bu imkan olmuştu. Bu duygularla eve geldiğinde şapkasını öpüp yerine astı. Bu duruma da en çok şapkasını zorla taktığını bildiği karısı şaşırmıştı…


Devrimleri, bugün daha çok bağlı kalmamız gereken birer abide gibi önümüzde durmakta. Olduğu yerde bizi izlediği bilinciyle, O’nun getirmiş olduğu her yeniliği, geriye gitmeden daha da geliştirmek bizim elimizde. Lafta kalmadan, yapacağımız çalışmalarla bunu göstermek zorundayız. Evlerimize bayrak asmak, ya da yine bayraklarla meydanlara inmek güzel, ancak gerisini getirmek gerek. Demokratik bir toplumda yaşamanın getirisiyle, vermiş olduğumuz oyların hesabı bizlerden sorulur. Dış ülkelere bağlı kalmamak adına yaptığımız savaşları, verdiğimiz şehitleri düşünerek, ülkemizin geleceğini diğer ülke başkanlarının iki dudağının arasına bırakmamak, Atatürk’ün bize gerek konuşmalarında, gerekse Nutuk’ta anlattığı yegane fikirdir. Bugün ülke olarak, verdiğimiz kararların arkasında, yine biz olmalıyız, başkaları değil…


Türk halkı için oldukça zor olan bu günde, her Türk evladı gibi ben de saat dokuzu beş geçe sirenleri duyduğumda gözyaşlarımı tutmakta oldukça zorlanıyorum. Kendisiyle konuşamasa bile O’nu görmüş şanslı bir babanın kızıyım. Kimbilir, bir gün biz de O’nu görme şansına erişebileceğiz. Bir kez daha tüm Türk Ulusunun başı sağolsun…

Hiç yorum yok: