Atatürk Nasıl Öldürüldü? - Ogün Deli, Akis Kitap, Mart 2006
Atatürk'ü ölüme götüren sebepler bugüne kadar çok kez tartışılmış, son zamanlarda da bu konuyla ilgili kitaplar yayınlanmıştır. Uzmanlık alanım tıp olmasa da, yapmış olduğum detaylı araştırmalar sonucunda bütün iddialara ışık tutmak ümidindeyim.
Öncelikle resmi raporlarda siroz olarak açıklanan Atatürk'ün ölüm nedeni üzerinde durmak gerekiyor. Siroz nasıl bir hastalık? Sadece alkol kullanımı ile mi siroz olunuyor?
Bu hastalığın açlık nedeniyle karaciğere zarar verdiği yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. O zaman, sirozun alkolle direkt bağlantılı olduğunu varsaymamız mümkün değildir. Ancak bir araç olduğundan bahsedebiliriz. İçki içen kişi, çoğunlukla yemek yeme arzusu duymaz. Alkolün azı aperatif adı altında iştah açtığı halde, fazlası kendini iyi hissetme hali (euphoria) yaparak, kişiye tokluk hissi verir. Böylelikle yemek yemeye ihtiyaç duyulmaz. Alışkanlık haline gelen açlık sonucunda oluşan protein yetmezliği ile karaciğer zarar görür, hastalığın ileri aşamalarında da tamamen işlevsiz bir hale gelir. Bu aşamada yapılabilecek tek şey, karaciğer naklidir.
Dönemin en büyük doktorları tarafından tedavi edilse de, Atatürk için o yıllarda böyle bir naklin yapılması sözkonusu değildi. Henüz organ nakli dünyada resmi olarak telaffuz dahi edilmiyordu. Üstelik Atatürk'ün hastalığı oldukça geç teşhis edilebilmişti. O saatten sonra ancak onu rahatlatmak, acısını hafifletmek amacıyla bir dizi tedavi öngörülmüştü.
Bu tedavilerden biri de karnından su çekilme işlemiydi. Sirozun son safhalarında, karaciğerdeki tıkanıklık sebebiyle, karında su toplanması görülüyordu. Kısa aralıklarla birkaç kez, Dr. M.Kemal Öke tarafından, bu işlem gerçekleştirildi. Her seferinde yaklaşık olarak 10-12 litre su alınıyordu. Son ponksiyon (su alımı) 7 Kasım 1938 tarihinde yapıldı. 10 Kasım 1938'de de Ulu Önderimizi kaybettik.
"Atatürk Nasıl Öldürüldü" adlı kitap, esas olarak 2 ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Atatürk'ün tedavisinin nasıl olduğu, kullanılan ilaçlar, bu ilaçların yan etkileri anlatılıyor. İkinci bölümde ise, Atatürk'ün neden öldürülmüş olabileceği sorgulanıyor.
Yaptığım incelemeler doğrultusunda, Atatürk'ün geç teşhis edilmiş hastalığı, buna bağlı o günkü tıp koşulları içerisindeki uygulanan tedavinin yetersiz kalması nedeniyle ölmüş olduğu gerçeğine ulaşılıyor. Bu durumda, kasıtlı bir ölüm sözkonusu olmadığına göre, "neden" kısmını bir kenara bırakarak "nasıl" kısmını irdelememiz gerekiyor.
Ata'nın sağlığı, dönemin en büyük doktorları; Prof.Dr.Neşet Ömer İrdelp, Prof.Dr.Nihat Reşat Belger, Opr.Dr.Mim Kemal Öke, Prof.Dr.Mustafa Hayrullah Diker, Prof.Dr.Akil Muhtar Özden, Prof.Dr.Süreyya Hidayet Serter, Dr.Asım Arar, Prof.Dr.Abravaya Marmaralı, Dr.Mehmet Kamil Berk gibi sürekli ve danışman doktorlardan oluşan 2 ayrı ekiple devamlı gözetim altında tutulmuş, kendisi yurtdışından doktor istemese de bir süre sonra ısrarlı ricalara razı gelmek durumunda kalmıştır. Yukarıda bahsi geçen doktorlar, Ata'nın sağlığına kavuşması için ellerinden geleni yapmışlar, ancak ilerlemiş hastalığının önüne geçememişlerdir.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, o safhaya gelmiş sirozun tek çaresi, günümüzde de karaciğer naklidir. İlk karaciğer naklinin 1950'li yıllarda yapıldığını düşünürsek, o devirdeki çaresizliği çok daha net anlayabiliriz.
Bahsi geçen yıllarda, siroz hastalığını tedavi etmek için, hastalara sıkı bir perhiz veriliyordu. Günümüzde ise, tıbbın ilerlemesi ile elde edilen bulgular eşliğinde; sirozun, protein açlığından meydana geldiğini, dolayısıyla hastalığın, protein takviyesi yapılarak, kişilerin aç bırakılmadan tedavi edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
Sirozun birkaç çeşidi olmasına karşın, burada bahsetmemiz gereken özelliği gereği "alkolik siroz"udur. Sirozun oluşması için gerekli olan şey alkol değil açlıktır. O nedenle, Afrika'da bulunan pek çok aç insanın, sadece sıtmaya yakalanmaları değil, siroz olmaları da oldukça yaygındır. Ömründe hiç içki kullanmamış, hepatit geçirmemiş insanlar dahi siroz hastalığına yakalanabilmektedirler. Uzun süreli açlık grevi yapanlarda da bu hastalığın görüldüğü tespit edilmiştir.
Atatürk'ün yıllar boyu, çok az yeme eğiliminde olduğunu, içkiyi bile normal mezeyle değil; leblebi ve yumruk mezesiyle tükettiği bilinmektedir. O zaman, yıllar boyu açlığın getirdiği bu hastalık, bir de geç farkedilince, genç sayılabilecek bir yaşta ölümüne davetiye çıkartmıştır.
O yıllar çerçevesinde, tıbbın imkanları dahilinde, yapılabilecek herşey, her türlü tedavi kendisine uygulanmıştır. Belki perhiz yerine daha çok besinle takviye yapılması gerekliliği de hastalığın o aşamasında hiç önemi kalmayan bir ayrıntıdır. Keşke günümüzde tıbbın sahip olduğu olanaklar o yıllarda da olsaydı, gerekli nakil yapılıp Atatürk sağlığına kavuşabilseydi demekten başka çaremiz yok ne yazık ki. Keşke...
Öncelikle resmi raporlarda siroz olarak açıklanan Atatürk'ün ölüm nedeni üzerinde durmak gerekiyor. Siroz nasıl bir hastalık? Sadece alkol kullanımı ile mi siroz olunuyor?
Bu hastalığın açlık nedeniyle karaciğere zarar verdiği yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. O zaman, sirozun alkolle direkt bağlantılı olduğunu varsaymamız mümkün değildir. Ancak bir araç olduğundan bahsedebiliriz. İçki içen kişi, çoğunlukla yemek yeme arzusu duymaz. Alkolün azı aperatif adı altında iştah açtığı halde, fazlası kendini iyi hissetme hali (euphoria) yaparak, kişiye tokluk hissi verir. Böylelikle yemek yemeye ihtiyaç duyulmaz. Alışkanlık haline gelen açlık sonucunda oluşan protein yetmezliği ile karaciğer zarar görür, hastalığın ileri aşamalarında da tamamen işlevsiz bir hale gelir. Bu aşamada yapılabilecek tek şey, karaciğer naklidir.
Dönemin en büyük doktorları tarafından tedavi edilse de, Atatürk için o yıllarda böyle bir naklin yapılması sözkonusu değildi. Henüz organ nakli dünyada resmi olarak telaffuz dahi edilmiyordu. Üstelik Atatürk'ün hastalığı oldukça geç teşhis edilebilmişti. O saatten sonra ancak onu rahatlatmak, acısını hafifletmek amacıyla bir dizi tedavi öngörülmüştü.
Bu tedavilerden biri de karnından su çekilme işlemiydi. Sirozun son safhalarında, karaciğerdeki tıkanıklık sebebiyle, karında su toplanması görülüyordu. Kısa aralıklarla birkaç kez, Dr. M.Kemal Öke tarafından, bu işlem gerçekleştirildi. Her seferinde yaklaşık olarak 10-12 litre su alınıyordu. Son ponksiyon (su alımı) 7 Kasım 1938 tarihinde yapıldı. 10 Kasım 1938'de de Ulu Önderimizi kaybettik.
"Atatürk Nasıl Öldürüldü" adlı kitap, esas olarak 2 ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Atatürk'ün tedavisinin nasıl olduğu, kullanılan ilaçlar, bu ilaçların yan etkileri anlatılıyor. İkinci bölümde ise, Atatürk'ün neden öldürülmüş olabileceği sorgulanıyor.
Yaptığım incelemeler doğrultusunda, Atatürk'ün geç teşhis edilmiş hastalığı, buna bağlı o günkü tıp koşulları içerisindeki uygulanan tedavinin yetersiz kalması nedeniyle ölmüş olduğu gerçeğine ulaşılıyor. Bu durumda, kasıtlı bir ölüm sözkonusu olmadığına göre, "neden" kısmını bir kenara bırakarak "nasıl" kısmını irdelememiz gerekiyor.
Ata'nın sağlığı, dönemin en büyük doktorları; Prof.Dr.Neşet Ömer İrdelp, Prof.Dr.Nihat Reşat Belger, Opr.Dr.Mim Kemal Öke, Prof.Dr.Mustafa Hayrullah Diker, Prof.Dr.Akil Muhtar Özden, Prof.Dr.Süreyya Hidayet Serter, Dr.Asım Arar, Prof.Dr.Abravaya Marmaralı, Dr.Mehmet Kamil Berk gibi sürekli ve danışman doktorlardan oluşan 2 ayrı ekiple devamlı gözetim altında tutulmuş, kendisi yurtdışından doktor istemese de bir süre sonra ısrarlı ricalara razı gelmek durumunda kalmıştır. Yukarıda bahsi geçen doktorlar, Ata'nın sağlığına kavuşması için ellerinden geleni yapmışlar, ancak ilerlemiş hastalığının önüne geçememişlerdir.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, o safhaya gelmiş sirozun tek çaresi, günümüzde de karaciğer naklidir. İlk karaciğer naklinin 1950'li yıllarda yapıldığını düşünürsek, o devirdeki çaresizliği çok daha net anlayabiliriz.
Bahsi geçen yıllarda, siroz hastalığını tedavi etmek için, hastalara sıkı bir perhiz veriliyordu. Günümüzde ise, tıbbın ilerlemesi ile elde edilen bulgular eşliğinde; sirozun, protein açlığından meydana geldiğini, dolayısıyla hastalığın, protein takviyesi yapılarak, kişilerin aç bırakılmadan tedavi edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
Sirozun birkaç çeşidi olmasına karşın, burada bahsetmemiz gereken özelliği gereği "alkolik siroz"udur. Sirozun oluşması için gerekli olan şey alkol değil açlıktır. O nedenle, Afrika'da bulunan pek çok aç insanın, sadece sıtmaya yakalanmaları değil, siroz olmaları da oldukça yaygındır. Ömründe hiç içki kullanmamış, hepatit geçirmemiş insanlar dahi siroz hastalığına yakalanabilmektedirler. Uzun süreli açlık grevi yapanlarda da bu hastalığın görüldüğü tespit edilmiştir.
Atatürk'ün yıllar boyu, çok az yeme eğiliminde olduğunu, içkiyi bile normal mezeyle değil; leblebi ve yumruk mezesiyle tükettiği bilinmektedir. O zaman, yıllar boyu açlığın getirdiği bu hastalık, bir de geç farkedilince, genç sayılabilecek bir yaşta ölümüne davetiye çıkartmıştır.
O yıllar çerçevesinde, tıbbın imkanları dahilinde, yapılabilecek herşey, her türlü tedavi kendisine uygulanmıştır. Belki perhiz yerine daha çok besinle takviye yapılması gerekliliği de hastalığın o aşamasında hiç önemi kalmayan bir ayrıntıdır. Keşke günümüzde tıbbın sahip olduğu olanaklar o yıllarda da olsaydı, gerekli nakil yapılıp Atatürk sağlığına kavuşabilseydi demekten başka çaremiz yok ne yazık ki. Keşke...
Kaynak: www.ataturk.net/ata/doktor.html, www.ttb.org.tr/eweb/aclık_grevleri/tez1_wernicke.html, www.hekimce.com/konu.php?konu=622
1 yorum:
Öyle demekten başka çare yok ne yazık ki...keşke biraz daha yaşayabilseydi de babaannelerimiz görüp bizlere anlatırdı.
Yorum Gönder