"Alışverişkolik ve Bebeği", Sophie Kinsella'nın yarattığı Becky Bloomwood karakterinin 3.kitabı. İlk kitap "Alışverişkolik ve Pembe Dünyası"nda ilk kez tanıştığımız, adından da anlaşılacağı gibi alışveriş delisi olan Becky'nin maceraları; ikinci kitap "Alışverişkolik Yurtdışında" ile global bir tüketime dönüşüyor. Son kitap olan "Alışverişkolik ve Bebeği"nde ise, Becky'nin soyadı artık Brandon ve bir bebek bekliyor.
Daha önce tamamen kendine odaklı alışveriş stratejisi izleyen Becky, bir bebeği olacağını öğrendiğinden beri önünde yepyeni bir tüketim alanı olduğunu keşfediyor. Satın alınacak bir dolu bebek eşyasının yanısıra, bütün sosyetenin gitmekte olduğu ünlü kadın doğum doktorundan randevu koparabilmek için olağanüstü bir çaba sarfediyor.
Kitabı okurken, "bu kadarı da fazla" dediğim çok yer olmasına karşın, herkesin bir takıntısı olabileceğini kabul ediyorum. Kadınlar için ayakkabı, çanta en bilinenleri. Hiçbir zaman bir tane daha fazlaya hayır demiyorlar. Elbette, firmalar da, kadınların bu tüketim çılgınlığı içinde yer almasını memnuniyetle karşılıyorlar, doğru reklam kampanyalarıyla hedefi tam onikiden vurarak, yılda milyonlarca satış gerçekleştiriyorlar.
Üstelik aradığınız herşeyi bulabileceğiniz büyük alışveriş merkezleri de bu amaca hizmet edebilmek için belirli bir stratejiyle inşa ediliyorlar. Aradığınız mağazaya ulaşmanız, ancak belirli bir plan dahilinde mümkün olabiliyor. Yürüyen merdivenler, asansörler bile bu şekilde dizayn ediliyor. Bir kattan diğer kata geçebilmek için, bazen bütün bir merkezi baştan sona kadar yürümek zorunda kalıyorsunuz. Tabii ki, bu sürede bir çok vitrinin önünden geçmeniz gerekiyor. O an hiç aklınızda olmayan, gerek albenisiyle size hitap eden, gerekse takıntınızı tetikleyen bir şeyle mutlaka karşılaşıyorsunuz. Almadan geçebiliyorsanız ne mutlu size. Ama bir çok insan, bütçesi dahilinde gördüğüne hayır diyemiyor.
Evet, bu çılgınlık sadece kadınlara özgü değil. Erkeklerin de bu tip takıntıları var mutlaka. Çanta, ayakkabı, elbise olmasa da; elektronik eşya, bilgisayar, telefon da onların ilgi alanına giriyor. Burada pazarlama yine aynı mantıkla işliyor. Üstelik, teknoloji her geçen gün yenilendiği için, buradaki pazar payı çok daha büyük. Yeni almış olduğunuz telefonun ya da bilgisayarın çok geçmeden bir üst modeli çıkıyor. Sizin elinizdekinden çok farklı değil ama mutlaka bir üstün özelliği var. İşe bakın ki, o da tam sizin aradığınız özellik! Böylece, bir kaç ay önce aldığınız tozlu raflarda, yeni aldığınız bir fazla özellikli olan cebinizde, elinizdekinden daha üstün olan yeni çıkacak eşya da kataloglarda yerini alıyor. Bu kısır döngü maalesef bu şekilde işleyip gidiyor.
Dolayısıyla alım gücüyle orantılı olarak, yaşadığımız sürece mutlaka tüketiyoruz. En basitinden, bir süpermarkete girdiğimizde, en temel ihtiyacımız olan yemek alışverişini yaparken bile, gereksiz bir sürü şey alıp çıkabiliyoruz. Oradaki raflar da tıpkı alışveriş merkezleri gibi akıllıca bir taktikle konuşlandırıldığından, aklınızda olmayan bir ürünü almak kaçınılmaz hale geliyor. Kasada bütün aldıklarınız poşetlendikten sonra sıra ödemeye geldiğinde, kasiyer tutarı söyledikten sonra yüzünüzün aldığı şekil ise herşeyi anlatıyor zaten.
Bu noktada, liste yapmak ya da tok karnına markete gitmek gibi fikirlerin de çok işe yarayacağını sanmıyorum. İçimizde bu canavarı barındırdığımız sürece, bir daha hayatımız boyunca yemek yeme ihtiyacı duymayacağımızı öğrensek bile gidip yiyecek maddesi alacağımız kesin. Bu bir tür dürtü gibi, engel olamıyoruz.
"Alışverişkolik ve Bebeği", diğer 2 kitapla birlikte; eğlenceli, hoşça vakit geçirip okuyabileceğiniz, bol bol gülebileceğiniz bir kitap. Özellikle bu tatil aylarında, kalın olmasına rağmen akıcılığı sayesinde çabucak bitirebilirsiniz. Serinin diğer 2 kitabını henüz okumadıysanız, hikayelerin bağlantıları açısından baştan başlamanızı öneririm. Romanın İngiltere'de geçiyor olması da, İngiltere'yi sevenler, oradaki mağazaları bilenler için eğlenceli olabilir.
Hemen hemen hepimiz, hayatımızda bir şeyler kötü giderken, ya da tam tersine herşey çok iyiyken, kendimizi alışveriş çılgınlığına kaptırıyoruz. Almak için dışarı çıktığımız eşyayı tamamen unutarak, elimizde bir sürü torbayla eve döndüğümüzde, hem cüzdanımızı boşaltmış olmanın vermiş olduğu rahatlıkla(!), hem de "zaten bu da çok gerekliydi" diye satın almış olduğumuz eşyalara bulduğumuz bahanelerle başbaşa kalıyoruz. Almamız gereken mi? Bir dahaki alışverişe artık!
Daha önce tamamen kendine odaklı alışveriş stratejisi izleyen Becky, bir bebeği olacağını öğrendiğinden beri önünde yepyeni bir tüketim alanı olduğunu keşfediyor. Satın alınacak bir dolu bebek eşyasının yanısıra, bütün sosyetenin gitmekte olduğu ünlü kadın doğum doktorundan randevu koparabilmek için olağanüstü bir çaba sarfediyor.
Kitabı okurken, "bu kadarı da fazla" dediğim çok yer olmasına karşın, herkesin bir takıntısı olabileceğini kabul ediyorum. Kadınlar için ayakkabı, çanta en bilinenleri. Hiçbir zaman bir tane daha fazlaya hayır demiyorlar. Elbette, firmalar da, kadınların bu tüketim çılgınlığı içinde yer almasını memnuniyetle karşılıyorlar, doğru reklam kampanyalarıyla hedefi tam onikiden vurarak, yılda milyonlarca satış gerçekleştiriyorlar.
Üstelik aradığınız herşeyi bulabileceğiniz büyük alışveriş merkezleri de bu amaca hizmet edebilmek için belirli bir stratejiyle inşa ediliyorlar. Aradığınız mağazaya ulaşmanız, ancak belirli bir plan dahilinde mümkün olabiliyor. Yürüyen merdivenler, asansörler bile bu şekilde dizayn ediliyor. Bir kattan diğer kata geçebilmek için, bazen bütün bir merkezi baştan sona kadar yürümek zorunda kalıyorsunuz. Tabii ki, bu sürede bir çok vitrinin önünden geçmeniz gerekiyor. O an hiç aklınızda olmayan, gerek albenisiyle size hitap eden, gerekse takıntınızı tetikleyen bir şeyle mutlaka karşılaşıyorsunuz. Almadan geçebiliyorsanız ne mutlu size. Ama bir çok insan, bütçesi dahilinde gördüğüne hayır diyemiyor.
Evet, bu çılgınlık sadece kadınlara özgü değil. Erkeklerin de bu tip takıntıları var mutlaka. Çanta, ayakkabı, elbise olmasa da; elektronik eşya, bilgisayar, telefon da onların ilgi alanına giriyor. Burada pazarlama yine aynı mantıkla işliyor. Üstelik, teknoloji her geçen gün yenilendiği için, buradaki pazar payı çok daha büyük. Yeni almış olduğunuz telefonun ya da bilgisayarın çok geçmeden bir üst modeli çıkıyor. Sizin elinizdekinden çok farklı değil ama mutlaka bir üstün özelliği var. İşe bakın ki, o da tam sizin aradığınız özellik! Böylece, bir kaç ay önce aldığınız tozlu raflarda, yeni aldığınız bir fazla özellikli olan cebinizde, elinizdekinden daha üstün olan yeni çıkacak eşya da kataloglarda yerini alıyor. Bu kısır döngü maalesef bu şekilde işleyip gidiyor.
Dolayısıyla alım gücüyle orantılı olarak, yaşadığımız sürece mutlaka tüketiyoruz. En basitinden, bir süpermarkete girdiğimizde, en temel ihtiyacımız olan yemek alışverişini yaparken bile, gereksiz bir sürü şey alıp çıkabiliyoruz. Oradaki raflar da tıpkı alışveriş merkezleri gibi akıllıca bir taktikle konuşlandırıldığından, aklınızda olmayan bir ürünü almak kaçınılmaz hale geliyor. Kasada bütün aldıklarınız poşetlendikten sonra sıra ödemeye geldiğinde, kasiyer tutarı söyledikten sonra yüzünüzün aldığı şekil ise herşeyi anlatıyor zaten.
Bu noktada, liste yapmak ya da tok karnına markete gitmek gibi fikirlerin de çok işe yarayacağını sanmıyorum. İçimizde bu canavarı barındırdığımız sürece, bir daha hayatımız boyunca yemek yeme ihtiyacı duymayacağımızı öğrensek bile gidip yiyecek maddesi alacağımız kesin. Bu bir tür dürtü gibi, engel olamıyoruz.
"Alışverişkolik ve Bebeği", diğer 2 kitapla birlikte; eğlenceli, hoşça vakit geçirip okuyabileceğiniz, bol bol gülebileceğiniz bir kitap. Özellikle bu tatil aylarında, kalın olmasına rağmen akıcılığı sayesinde çabucak bitirebilirsiniz. Serinin diğer 2 kitabını henüz okumadıysanız, hikayelerin bağlantıları açısından baştan başlamanızı öneririm. Romanın İngiltere'de geçiyor olması da, İngiltere'yi sevenler, oradaki mağazaları bilenler için eğlenceli olabilir.
Hemen hemen hepimiz, hayatımızda bir şeyler kötü giderken, ya da tam tersine herşey çok iyiyken, kendimizi alışveriş çılgınlığına kaptırıyoruz. Almak için dışarı çıktığımız eşyayı tamamen unutarak, elimizde bir sürü torbayla eve döndüğümüzde, hem cüzdanımızı boşaltmış olmanın vermiş olduğu rahatlıkla(!), hem de "zaten bu da çok gerekliydi" diye satın almış olduğumuz eşyalara bulduğumuz bahanelerle başbaşa kalıyoruz. Almamız gereken mi? Bir dahaki alışverişe artık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder