Bir İnsan Kaynakları Masalı - Özden Aslan, Elma Yayınevi, Ekim 2006
Şimdilerde gözde iş dallarından biri sayılan insan kaynakları departmanı, içeriği zenginleştirilmeden önce, bir zamanlar personel işleri bölümü olarak adlandırılıyordu. Şirketler; işe alım, çalışanların değerlendirilmesi, atamalar gibi konuların yanısıra, performans yönetimi, ücretlendirme yapısı, gelişim eğitimleri ile buna benzer birtakım genişletilmiş kategorilerin eklenmesiyle, personel bölümlerini, kısa sürede insan kaynakları departmanına dönüştürmeyi başardılar.
5-10 sene önce işletme bölümü gençler arasında oldukça rağbet görmekteydi. Bunun sonucunda binlerce işletme mezunu, iş bulamamaktan şikayetçi olmaya başladı. Bugün ise, aynı durum insan kaynakları için geçerli. Gelecekte rekabetin sadece kaliteyle ölçülebileceğini erken farkeden firmalar, ellerini güçlendirmek için insan kaynakları departmanlarını ve buna bağlı çalışmaları destekliyorlar. Neticede her sektörde verilen hizmetler aynılaşma sürecine girdi. A firmasının yaptığını B firması hemen kendine uygulayabildiği için bu iki şirketin birbirlerinden hizmet yönünden bir farkı kalmadı. Kaliteyi ise çalışanların müşterilere olan tutumları belirliyor. Her sektörde firmaların tercih sebebi olabilmeleri için artık tek ayrım insan faktörü.
Genel olarak, insan kaynaklarında yapılan çalışmalar belirli ana başlıklar altında toplanıyor. "Bir İnsan Kaynakları Masalı" adlı kitapta da, bu temalar, okuyanı sıkmadan, tamamen öyküleştirilmiş biçimde sunuluyor. Siz hiç, tıpkı roman okur gibi, bir bölüm sonra neler olacak heyecanıyla, iş geliştirme kitabı okudunuz mu? Bu tip kitapların eğlendirmek gibi bir misyonu olmadığını kabul edersek, böylesine bir çalışmanın biz okuyucular için şans olduğu muhakkak.
Kitabımızın baş kahramanı Ezgi. Ezgi, bir firmanın -ki bu firma bulunduğu yörenin en iyilerinden biri- insan kaynakları departmanına iş başvurusunda bulunuyor. Bu firmada geçirdiği 1 sene, bu sürede yaşadığı değişik olaylar, hikayeler halinde okuyucuya anlatılıyor. Her bölümde, yapılan yanlışlıkları gören Ezgi, kendi kendine karar verip, aslında ne yapılması gerektiğini sorguluyor.
Bu hikayeler arasında belki de en ilginç olanı, ülkemizde pek fazla bilinmeyen, ancak büyükten küçüğe hemen hemen her şirkette varolan "mobbing - işyerinde psikolojik terör" konusu. Nedir bu işyerinde terör olayı ve neden bu kadar iddialı bir ismi var?
Türk Dil Kurumu sözlüğünde terör kelimesi; "yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma" olarak yer alıyor. İşyerinde yapılan terör ise, yıldırma ile korkutma üzerine kurulu. Bir kurban seçiliyor ama rastgele değil. Oldum olası işyerinde rekabeti, karşısındakini ezip yok etmek olarak algılayan zihniyetlerin seçtiği kurban bu. Genellikle başarılı, kısa zamanda yükselmesine kesin gözüyle bakılan, hatta zaman zaman üstlerinden çok daha iyi vasıflara sahip kişiler, bu yok ediciler tarafından çalışma ortamında alt edilemediklerinden, birtakım Ali Cengiz oyunlarına maruz kalıyorlar.
Bu kurbanlar, bazen bir kişi ya da yönetici, bazen de bir grup tarafından sürekli tacize uğruyor. Elbette burada bahsettiğimiz sözlü taciz. Laf atmalar, iğnelemeler, alay etmeler kişinin psikolojisini bozmaya yönelik yapılan girişimler...Çoğunlukla da başarılı olunuyor. Neler olduğunu anlamayan zavallı çalışan da ya depresyona giriyor, veya istifa edip gidiyor. Kurbanı çekemeyen iş arkadaşları ya da aşağılık kompleksine kapılmış yöneticiler akla hayale gelmeyecek senaryolarla yıpratma politikası güdebiliyorlar.
En iyi yapılandırılmış, kurumsallaşmış şirketlerde bile işyeri terörü çok iyi bilinmiyor. Bu durumla karşı karşıya olanlar neler olduğunu algılayamadıkları için profesyonel yardım da talep edemiyorlar. Çünkü bu yıkım oyunundan kurtulabilmenin 2 yolu var. Ya pes edip istifayı vererek çekip gitmek, ya da kalıp profesyonel yardım alarak sonuna kadar bu insanlara karşı mücadele vermek.
Birinci yolu tercih eden bir çok yakınım var. Sağlıklarını koruyabilmek için, dayanabildiği noktaya kadar bekleyip, "artık inceldiği yerden kopsun" mantığını kabulleniyorlar. Sonrasında kimse onları kararlarından caydıramıyor. İkinci yolu seçmek biraz riskli olsa da, denemeye değer elbette. Kalıp savaşmak, iş hayatında hızla tepeye tırmanmak, bu terörü gerçekleştiren insanlara oradan el sallamak en iyi cevap olur herhalde. Ancak bunun gerçekleşmesi, çalışanın işine olan inancını ve saygısını yitirmemiş olmasıyla mümkün.
Kitapta belirtildiğine göre, işyerlerindeki psikolojik terör, yönetici ile çalışanlara verilen çeşitli eğitimlerle giderilmeye çalışılıyor. Bilinçlenme, problemin ne olduğunu kavrama, şirketlerin başına oldukça ciddi bir bela açan bu sorunu çözmede oldukça etkili oluyor. Kitabımızın kahramanı Ezgi'nin de başına işyerinde böyle bir durum gelince, çözüm hemen üretiliyor. Departmanda yapılan ufak bir değişiklikle, problemin ana kaynağı bulunuyor, böylece şirket için değerli bir eleman, mutsuz edilmeden, demotive olmadan konu kapatılıyor. Keşke her çalışan bu kadar şanslı olabilse...Bu denli şanslı olabilmek için öncelikle yönetici kadronun bilinçlenmesi, böyle bir olayın varlığını kabul edebilmesi lazım. Sözkonusu kavram, iş hayatı kadar eski olsa da araştırmalar yeni yeni yapılabiliyor.
Yazar Özden Aslan, psikolojik baskının önemini vurgulamak için, bu konuya kitabında ayrıntılı bir şekilde yer verdiğini belirtiyor. Siz de işyerinizde teröre maruz kalıp kalmadığınızı öğrenmek istiyorsanız, yazarın önsözde belirttiği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder