29 Ağustos 2007 Çarşamba


TÜRKİYE'NİN SERÜVENİ EUROVISION

Türkiye'nin Serüveni Eurovision - Michael Kuyucu, Nokta Kitap, Mayıs 2005



En az milli maçlar kadar her sene genellikle Mayıs ayında düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması da vatanseverlik ruhumuzu kabartan bir etkinlik.

1980'li yıllarda, televizyonun tek kanallı olduğu dönemlerde, ailecek, hatta komşularla beraber toplanarak izlenen bu yarışma, her yıl elimiz boş dönmemizden ötürü son yıllarda cazibesini iyice kaybetmişti. Tıpkı maç yorumları gibi ertesi gün işyerlerinde, mahalle aralarında, evlerde yapılan kritiklerde, Türkiye'nin Avrupa'da dostu olmadığından girip, yarışma oylarının tamamıyla politik verildiğinden çıkarak herkesin kendince yorumunu kattığı bu durum, 1997 senesinde kısmi de olsa tele-voting (izleyicilerin telefon aracılığıyla oy vermesi) sistemine geçilmesiyle yavaş yavaş son buldu.

1997 senesi Türkiye için de önemli bir seneydi. Yarışmaya ilgi kamuoyu ile basın tarafından giderek sönmekte olduğundan, o sene ülkemizi temsil eden Şebnem Paker & Grup Etnik, "Dinle" adlı parçalarıyla hakettikleri desteği bulamadılar. Ancak yarışmada ilk kez Türkiye'yi 121 puanla 3.yapan da bu şarkı oldu.

"Türkiye'nin Serüveni Eurovision", ilk bölümde, Eurovision tarihinin başlangıcını kısaca anlatıyor. İkinci kısımda ise, Türkiye'nin ilk kez katıldığı 1975'ten bu yana, her yıl ayrı olarak değerlendiriliyor. Türkiye elemeleri, kazanan ülke, diğer yarışmacılarından haberlerle birlikte yarışmadaki sonuçlar da istatistiksel olarak yer alıyor. Milli davamızda nereden başladık, neler yaptık diye merak ediyorsanız bu araştırma gerçekten de ilginizi çekebilir.

1997 senesinde alınan 3.lükten sonra, Eurovision elemelerine bir kez daha sımsıkı sarıldık. Yeniden umutlar canlanmaya başlamıştı, ne de olsa 3. olan 1. de olabilirdi. Ancak evdeki hesap pek de çarşıya uymadı. Bir sonraki sene, daha önce otantik, Anadolu motifleri taşıması sebebiyle bu kadar çok puan aldığı düşünülen "Dinle" şarkısına benzer bir parçayla değil de, bir balatla katıldık yarışmaya. Sonuç hüsran oldu.

2003 yılına kadar Türkiye ilk 5 sırada yer alamadı. O yıl ise, TRT radikal bir karar alarak eleme yapmadan, tek kişiyi seçerek yarışmaya gönderdi. Sertab Erener, yalnızca kendi kurallarını koyarak anlaştığı TRT ile el sıkıştı. Tamamı İngilizce bir parça olan "Every Way That I Can", promosyonuyla göz kamaştırdı. Yarışma gecesi ise Sertab Erener muhteşem sesi, sahne şovu, danslarıyla birinciliği ülkemize getirmeyi başardı, üstelik çok çekişmeli geçen final sonrasında. Daha önce politika oyunları sebebiyle puan alamadığımızı düşünenlere de Kıbrıs Rum Kesimi'nin vermiş olduğu 8 puan cevap niteliğindeydi.

Daha sonraki yıllarda Athena ile Kenan Doğulu'nun ülkemize getirmiş olduğu tatmin edici başarılara rağmen, tekrar birinci olma şansımız 2008 yılına kalmış durumda. Halen ülkemizde şarkı İngilizce mi yoksa Türkçe mi söylensin karmaşası hakim.

Şarkının Türkçe olarak söylenmesinde ısrar edenler, müziğin evrensel bir dili olduğunu savunuyorlar. Ancak, unutulmamalıdır ki, herkes, anlayabildiği müzikle daha çok bütünleşir. Madem müziğin evrensel olmasından yola çıkıyoruz, içinde çok az sözün yer aldığı, ağırlıklı enstrümantal bir eserle katılmak en doğrusu. Eğer bunun riskini alamıyorsak, müziğin evrensel olmasının yanısıra, kişiler üzerinde etki bırakması gerektiğini de kabul etmek zorundayız. Kimse sözlerini anlayamadığı bir şarkıdan, anladığı bir şarkı kadar zevk alamaz. Üstelik günümüz yarışmalarında, artık eserden çok sahne şovlarının, dansların etkili olduğunu biliyoruz. Bunun en güzel örneğini son yarışmada Ukrayna'nın almış olduğu puanlardan görmüş olduk.

Türkçe'nin elden gitmesi de bir yarışmayla söz konusu değil. Biz zaten o kadar çok katlediyoruz ki, bu yarışmada milliyetçi yanımızın dil yönünden ağır basması gereksiz bir endişe. Kendi dilimizle katılmasak dahi, ortaya çıkan işler yine de bizi yansıtıyor. Doğu kültürüyle, Anadolu ezgileriyle harmanlanmış bir eserin, dilinin de İngilizce olmasında hiçbir sakınca yok. Türkçe olup da, bizim kültürümüzü hiç yansıtmayan şarkılarla da katıldığımız senelerde, bu dil konusuna takılıp kalanlar neler hissetti acaba?

Yarışmanın amacı Türkiye'yi en iyi şekilde tanıtmaksa, bunu promosyonlarla, kendi kültürümüzü ön plana çıkararak yapabilmeliyiz. Hatırlıyorum bir sene, Türkiye'nin tanıtım videolarında, o sene çok ünlü olan "Internet Mahir" tanıtılmıştı! Demek ki, bizim tanıtılacak hiç bir özelliğimiz yok, ya da aslında çok var ama zaten yeterince tanıttık, herkes biliyor, o yüzden Mahir en iyisi olur diye mi düşündüler?

Görüldüğü gibi, Türkçe-İngilizce kavgasından önce, ülkemizi en iyi şekilde nasıl tanıtırız onu çözmeliyiz. Türkiye'nin birinci olduğu sene, "Every Way That I Can" video klibinde harem temaları işlenmişti. O da kültürümüzün bir parçasıydı, tanıtımlar da bu nedenle çok başarılı olmuştu.

İyi yapılan işler her zaman hakettiği yeri buluyor. Komşu komşuya oy veriyor polemiğinden de kurtulmamız gerek. Evet, veriyor bu doğru. Gerek politik düşünceler, gerekse yakınlık hissinden dolayı özellikle yüksek puanlar iki ülke arasında gidip geliyor. Ama telefonla oy sistemi çıktığından beri biz de rahatız. Hiç oy alamadığımız ülkelerden sırf gurbetçilerimiz sayesinde 12 puanları topluyoruz. İğneyi kendimize de batırmamız gerekmiyor mu? Ayrıca Sertab Erener'in birinci olduğu sene de o komşular vardı ve birbirlerine yine oy verdiler. Ama parça iyi olunca, Sertab hemen hemen tüm ülkelerden puan almasını bildi. Hepsi en yüksek puanlar olmasa da, 21 ülkeden puan alabilmek büyük başarıydı.

Eurovision; bu birinciliğimizin sonrasında çıtanın çok altına inmediğimiz için, daha uzun yıllar gündemde kalacak gibi. Eski başarısız olduğumuz yıllardaki "Aman canım, amatör yarışma zaten, kazanmasak ne yazar" söylemlerimiz de yok. Başarının bir kez tadını alınca, olay da milli bir davaysa, amatör-profesyonel olduğuna bakmadan dört elle sarılıyoruz. Bakalım önümüzdeki sene, Türkçe mi - İngilizce mi, yavaş şarkı mı - hızlı şarkı mı kavgasından kimler galip çıkacak?

Hiç yorum yok: