28 Ağustos 2007 Salı


ATATÜRK'ÜN KEHANETLERİ


Atatürk'ün Kehanetleri, Ali Bektan, Truva Yayınları, Ağustos 2007


Atatürk'ün ne kadar olağanüstü bir zekaya, ileri görüşlülüğe sahip olduğunu Türk milletinin her ferdi artık ezbere biliyor. Bir ulusun kurtuluşu, yoktan var oluşu onun sayesinde mümkün olabildi.

Atatürk'ü Atatürk yapan özelliklerin en başında askeri dehası ön plana çıkıyor. Osmanlı'nın son dönemlerinde daha sonradan silah arkadaşları olacak kişilere, dost meclislerinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinden bahsettiği biliniyor. Dahası, yaveri Salih Bozok'un anılarında belirttiği gibi, bu sohbetlerden birinde, herkese görev dağılımı yaparken, "Salih, sen de benim gelecekte yaverim olursun, yanımdan hiç ayrılmazsın" diyor.

"Atatürk'ün Kehanetleri", Mustafa Kemal'in bu ileriyi gören zekasını biraz da gözardı ederek, dinsel bir bağlantıyla parapsikolojik yetenekleri olduğundan dem vuran, bunları da örneklerle desteklemeye çalışan bir kitap. Ayrıca, Atatürk'ün birtakım olayları, senesine kadar, nasıl gelişeceğini bilmesinin de ileri görüşlülükle açıklanamayacağını savunuyor. Yazarın, bu noktada, zeka unsurları ile beynimizin nasıl bir kapasiteyle çalışabileceğini yadsıyarak, gerçekleşmiş tespitlere mucizevi, insanüstü bir bakış açısı bulması zorunluymuş gibi hareket ettiğini varsayabiliriz.

Yazarın öngörüsüne katılmak mümkün değil. Deha, doğuştan gelir. Sonradan edinilebilen, geliştirebileceğimiz bir olgu değildir. Her dahi, elbette zekasını verimli bir şekilde kullanamayabilir. Ancak tam tersine, ortalama zeka ile doğmuş biri, çeşitli etkilerle zaman içinde zekasını keskinleştirse bile, ne yazık ki dahi seviyesine ulaşamaz. Dolayısıyla, bu durumu parapsikolojiye ya da dinsel temalı başka bir olaya dayandırmak Atatürk'ün zekasını hafife almak gibi yanlış bir kanıya yol açabilir.

Atatürk’ün kehanetleri demek yerine, tespitleri demek daha doğru olacaktır. Çünkü tespit, kelime anlamıyla, “bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde gösterme” demektir. Böylelikle, zekanın tanımını iyi bilmemiz gerçeği de karşımıza çıkmaktadır. Atatürk’ün, karşısındakinin zihninden neler geçtiğini okuyabilmesini, telepatiyle değil de, "aklı sayesinde neden-sonuç ilişkisini doğru kurmasının sonucudur" şeklinde açıklamak mantıklıdır.

Çok sade bir örnek vermek gerekirse; Kasparov, dünyaca ünlü bir satranç dehasıdır. Kendisine, satrançta kaç hamle ilerisini görebildiği sorulmuş. "Pozisyonların doğasına göre değişiyor, bariz bir planınız yoksa, 4-5 hamlenin ötesini göremem. Bazen daha derine inmeniz gerekebilir. 1999 yılında, Bulgar usta Topolov'a karşı oynadığım ve kazandığım maçta 15 hamle ilerisini görebilmiştim. O da inanılmaz bir durumdu." demiştir. 15 hamle, bazılarınız için az gelebilir. Ama, ortalama bir satranç oyuncusu için neredeyse bir oyunun yarısı kadardır. Üstelik rakibinizin yapacağı en doğru hamleleri de düşünerek kurduğunuz plan kusursuz yürümek zorundadır. 15 hamleyi tahmin etmek gibi, gerçekten beynin işleyiş biçimi de insanı hayrete düşürür. Satranç oynamak, belli bir zeka düzeyine bağlıdır. Demek ki, belirli bir akıl seviyesine sahip değilseniz; değil satrancı oynamak, öğrenmenizin bile olanağı yoktur. Ayrıca bu strateji oyununun, parapsikoloji ile uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır.

Peki, bu olağanüstü oyun, sizlere de bir şeyler hatırlatmıyor mu? Savaş... Savaşlarda da, düşmanınızın yapacağı hareketi önceden kestirip, ona göre davranırsınız. Özellikle Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı, Atatürk'ün stratejik zekasıyla, ileri görüşüyle kazanılmış savaşlardır. Karşı taraftan sayıca az, cephane ile silah bakımından yetersiz olan ordu, tabii ki iman ve inançla ama onun yanısıra askeri bir dehanın yönetimiyle bu savaşları kazanmıştır.

Sadece savaş yönünden değil, dünya ülkelerinin siyasi durumları ile ilgili Atatürk'ün çok yerinde olan tespitleri vardır. 2. Dünya Savaşı'nın hangi yıl çıkacağını bilmiş, o zamanki S.S.C.B (Sovyetler Birliği)'nin dağılarak parçalara ayrılacağını tahmin etmiştir. Bunları bilmek için de medyum olmak gerekmiyor. Atatürk gibi bir zekaya kendimiz sahip olmadıkça, onun nasıl düşündüğünü, nasıl bu sonuçlara vardığını bilmemiz de imkansızlaşıyor. Yine de, bizim açımızdan açıklanamayan bu durumu, doğaüstü olaylara, telepatiye, parapsikolojiye bağlamak doğru mu? Kesinlikle hayır! İşte bu nedenle, bizim sahip olamadığımız bu deha yüzünden, ikinci bir Atatürk şu an yok. O, Türk milleti için bir şanstı, doğru yerde ve doğru zamanda bulunduğu için...

Henüz Kurtuluş Savaşı sona ermeden, kendisi yapacağı devrimlerden, Türk ulusunun ulaşması gereken seviyeden bahsediyordu. Bütün bunlardan bahsedebilmesi, yapacaklarını gerçekleştireceğine olan inancıyla ilgiliydi. O, bu yola baş koyarken, hangi tür zorluklarla karşılaşacağını, nasıl bir yöntem izlemesi gerektiğini, kimlerin yanında, kimlerin karşısında duracağını, akıl süzgecinden geçirerek (usavurarak) biliyordu. Yine bunun için kahin olmaya gerek yoktu.

Atatürk; askeri, sosyal ya da siyasi hayatında, keskin zekası sayesinde bir hata yapmadı. Muhtemelen, tek yanlışı, özel hayatında oldu. Yapmış olduğu evlilik kısa sürdü, ayrılmak zorunda kaldı. Kendisini milletine öylesine çok adamıştı ki, özel yaşamının üzerinde fazla düşünmedi belki de. Evet, o mükemmeldi, milletimizin kurtarıcısıydı ama, unutmamamız gereken, onun da neticede bir insan olduğuydu...


Kaynak: forumrelax.com

Hiç yorum yok: