Latife Hanım - İpek Çalışlar, Doğan Kitap, Haziran 2006
Latife Hanım, gerçekten de Cumhuriyet tarihimiz içinde incelenmesi gereken bir kişilik. Yalnızca Atatürk'ün eşi olma sıfatıyla değil, o dönemin şartlarında böylesine bir eğitim alması, geniş bir kültürel birikime sahip olması, kazanmış olduğu niteliklerle aydın bir Türk kadını imajı çizmesi, yaşadığı devirde hem Türk ulusunu hem de yabancı milletleri kendine hayran bıraktırmıştı.
Ancak bütün bu özellikler, kendisinin bir "dişi" olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Onun da yenik düştüğü kişisel zaafları, kıskançlıkları, hırsları vardı. Kimilerine göre insanlığından çok konumuna aşık olduğu Atatürk'ü bile çileden çıkaran hal ve hareketleriyle Ulu Öndere "Ordular idare ettim ancak bir kadını idare edemiyorum!"dedirten kadını, İpek Çalışlar'ın uzun bir araştırma döneminden sonra yazdığı "Latife Hanım" kitabında bütün ayrıntılarıyla inceleme olanağı buluyoruz.
Bugüne kadar gölgede kalan Fikriye Hanım'ın aksine, Latife Hanım'ın adından daha çok sözedildi, buna karşın eleştiri de aynı oranda daha fazla yapıldı. Bunun sebebi elbette ki Atatürk'ün eşi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk "first lady"si olmasından kaynaklanıyordu.
Atatürk de eşini seçerken rastgele davranmamıştı. Her ne kadar tesadüfler sonucunda İzmir'de karşılaşmış olsalar da, hatta Latife Hanım "İzmir'i kurtaracak kumandanla evleneceğim!" demiş olsa bile, Atatürk; kendisine uyacak, her konuda eşlik edebilecek, kültürünün ve eğitiminin tartışılmaz olduğu bu hanımefendiyi kendi ulusunun karşısına "eşim" diye tanıtabileceğini, bu anlamda milletine örnek olabileceğini çok geçmeden farketmişti. Bütün bunları düşünürken kalbiyle mi yoksa mantığıyla mı hareket etti bilinmez. Ancak bana kalırsa, gönlünden ziyade aklı böyle bir evliliğe karar vermesinde daha etkili oldu.
Kitapta Latife Hanım her yönüyle tanıtılırken, hatalarıyla, başarılarıyla, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla belki de bugüne kadar duyduğumuz, okuduğumuz Latife Hanım'dan çok daha derin, çok daha başka bir hanımefendiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Aslında hırçın yönlerinin tamamen kendine olan güveninden, aldığı eğitimden kaynaklandığını, o dönemlerde kadınların okuması bir yana bir konu hakkında fikir ileri sürmesi bile tuhafken, kendisinin her türlü tartışma ortamında bir çok erkeği geride bırakarak düşüncelerini sonuna kadar savunduğunu ve Atatürk'ün hayranlığını kazandığını gözlemliyoruz.
Ancak bu niteliklerinin övünç kaynağı olmasının yanı sıra, evliliğinin hızla sonunu getirdiğini de farkediyoruz. Bir kaç denemeden sonra yürümeyeceğinin anlaşılması üzerine kaçınılmaz boşanma gerçekleşiyor, Latife Hanım bundan sonraki yaşamını Atatürk olmadan devam ettirmeye başlıyor.
Kitapta boşanmadan sonra Latife Hanım'ın ölümüne kadar olan kısım da anlatılıyor. İşte bu aşamada bilinmeyen bir çok konu da açığa çıkmış oluyor. Latife Hanım boşandıktan sonra neler yaptı, nerede yaşadı, Atatürk'le olan bağı ne zamana kadar sürdü, anılarını neden yazdığı halde yayınlatmadı, neden hiç konuşmadı...Bütün bu sorular bu kitapla beraber cevaplarını buluyor.
Bu kitabı okuduktan sonra herkesin kafasında daha önce varolan "Latife Hanım"a pek çok yeni bilginin ekleneceği kanısındayım. Bugüne kadar yine kitaplar aracılığıyla tanımış olduğumuz bu hanımefendiyi belki daha iyi anlayacağız. Her ne düşünülürse düşünülsün, bir konuda yazara katılmamak elde değil: "Latife Hanım gerçeği bilinmeden, Cumhuriyet tarihi yazılamaz."
Ancak bütün bu özellikler, kendisinin bir "dişi" olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Onun da yenik düştüğü kişisel zaafları, kıskançlıkları, hırsları vardı. Kimilerine göre insanlığından çok konumuna aşık olduğu Atatürk'ü bile çileden çıkaran hal ve hareketleriyle Ulu Öndere "Ordular idare ettim ancak bir kadını idare edemiyorum!"dedirten kadını, İpek Çalışlar'ın uzun bir araştırma döneminden sonra yazdığı "Latife Hanım" kitabında bütün ayrıntılarıyla inceleme olanağı buluyoruz.
Bugüne kadar gölgede kalan Fikriye Hanım'ın aksine, Latife Hanım'ın adından daha çok sözedildi, buna karşın eleştiri de aynı oranda daha fazla yapıldı. Bunun sebebi elbette ki Atatürk'ün eşi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk "first lady"si olmasından kaynaklanıyordu.
Atatürk de eşini seçerken rastgele davranmamıştı. Her ne kadar tesadüfler sonucunda İzmir'de karşılaşmış olsalar da, hatta Latife Hanım "İzmir'i kurtaracak kumandanla evleneceğim!" demiş olsa bile, Atatürk; kendisine uyacak, her konuda eşlik edebilecek, kültürünün ve eğitiminin tartışılmaz olduğu bu hanımefendiyi kendi ulusunun karşısına "eşim" diye tanıtabileceğini, bu anlamda milletine örnek olabileceğini çok geçmeden farketmişti. Bütün bunları düşünürken kalbiyle mi yoksa mantığıyla mı hareket etti bilinmez. Ancak bana kalırsa, gönlünden ziyade aklı böyle bir evliliğe karar vermesinde daha etkili oldu.
Kitapta Latife Hanım her yönüyle tanıtılırken, hatalarıyla, başarılarıyla, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla belki de bugüne kadar duyduğumuz, okuduğumuz Latife Hanım'dan çok daha derin, çok daha başka bir hanımefendiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Aslında hırçın yönlerinin tamamen kendine olan güveninden, aldığı eğitimden kaynaklandığını, o dönemlerde kadınların okuması bir yana bir konu hakkında fikir ileri sürmesi bile tuhafken, kendisinin her türlü tartışma ortamında bir çok erkeği geride bırakarak düşüncelerini sonuna kadar savunduğunu ve Atatürk'ün hayranlığını kazandığını gözlemliyoruz.
Ancak bu niteliklerinin övünç kaynağı olmasının yanı sıra, evliliğinin hızla sonunu getirdiğini de farkediyoruz. Bir kaç denemeden sonra yürümeyeceğinin anlaşılması üzerine kaçınılmaz boşanma gerçekleşiyor, Latife Hanım bundan sonraki yaşamını Atatürk olmadan devam ettirmeye başlıyor.
Kitapta boşanmadan sonra Latife Hanım'ın ölümüne kadar olan kısım da anlatılıyor. İşte bu aşamada bilinmeyen bir çok konu da açığa çıkmış oluyor. Latife Hanım boşandıktan sonra neler yaptı, nerede yaşadı, Atatürk'le olan bağı ne zamana kadar sürdü, anılarını neden yazdığı halde yayınlatmadı, neden hiç konuşmadı...Bütün bu sorular bu kitapla beraber cevaplarını buluyor.
Bu kitabı okuduktan sonra herkesin kafasında daha önce varolan "Latife Hanım"a pek çok yeni bilginin ekleneceği kanısındayım. Bugüne kadar yine kitaplar aracılığıyla tanımış olduğumuz bu hanımefendiyi belki daha iyi anlayacağız. Her ne düşünülürse düşünülsün, bir konuda yazara katılmamak elde değil: "Latife Hanım gerçeği bilinmeden, Cumhuriyet tarihi yazılamaz."
1 yorum:
bence gerçekten çok güzel yazanın ellerine sağlık.....
Yorum Gönder